Per. Eyl 28th, 2023

gorme engelli sahabiYüce Allah’ın çok sevdiği, bütün insanlığa hidayet rehberi olarak gönderdiği elçisini, bir âmâ yüzünden uyarır mı? Birisi son sevgili, Kuran-ı Kerim’e muhatap olan insan. Alemlere rahmet olarak gönderilen sevgi ve şefkat elçisi…

Ötekisi ise belki çoğumuzun ismini dahi bilmediği bir insan (Abdullah bin Ümmi Mektum), kör bir sahabe…

Ancak, işte bu sahabe için sure iniyor. Hem de Peygamberimiz (s.a.v)’mi ikaz eden bir sure. Surenin özellikle de baş kısmı, Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in temiz simasına sinmiş olan Yüce Allah’ın uyaracağı bir görüntüyü tanımlayarak başlıyor:

“Surat astı ve yüz çevirdi; Kendisine o kör geldi diye. Nerden biliyorsun; belki o, temizlenip-arınacak? Veya öğüt alacak; böylelikle bu öğüt kendisine yarar sağlayacak. Fakat kendini müstağni gören (hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını sanan) ise, İşte sen, onda ‘yankı uyandırmaya’ çalışıyorsun. Oysa, onun temizlenip-arınmasından sana ne? Fakat koşarak sana gelen ise, Ki o, ‘içi titreyerek korkar’ bir durumdadır; Sen ona aldırış etmeden oyalanıyorsun. Hayır; çünkü o (Kur’an), bir öğüttür. Artık dileyen, onu ‘düşünüp-öğüt alsın.”

(Abese: 1-12)
Sure aslında insanı iliklerine kadar sarsacak bir üslupla olayı sunuyor. Yüce Allah, çok sevdiği Peygamberini uyarıyor. Kimin için? Bir âmâ için! Neden, ne oldu ki bu sert üslupla ayetler indi?

Olay şudur:

Hz Peygamber (s.a.v) bir gün Mekke müşrikleriyle konuşuyordu. Onlardan biriyle meşguldü. Efendimiz (s.a.v)’in hedefi, o müşriği İslam saflarına dahil etmekti. Bu sebeple, Hz Peygamber (s.a.v) muhatabına yoğunlaşmış durumdaydı. Sosyal konumu güçlü olan müşriğe İslam’ı anlatabilse, belki zayıf Müslümanları rahatlatacak bir güvenlik şemsiyesi oluşumunda yardımcı olacaktı.

İşte tam bu esnada Peygamberimize soru sormak için gelen âmâ bir sahabi Abdullah bin Ümmi Mektum’u bırakıp muhatabıyla konuşmaya devam etti. Belki sabırlı olmalı, biraz beklemeliydi. Ancak O, Peygamberimizin konuşmasını keserek “Beni bilgilendir” diye seslenmişti. Hz. Peygamber (s.a.v) ise, belki tam netice almak üzereyken gelen bu davetsiz dostun ortamı bozan girişiminden rahatsız olmuş ve yüzünü ekşitip sırtını dönmüştü.

Hz. Aişe’nin deyimiyle Peygamberimiz konuşmasına devam etmiş ve muhataplarına “Söylediklerimde itiraz edeceğiniz bir nokta var mı?” diye sormuş ve onlar da “Hayır” cevabını vermişlerdir. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in bu tavrı üzerine Abese Suresi iniyor. Ağır cümlelerle. Ayet şunu diyor:

“Senin ilgisiz kaldığın şu insanı, sana sığınmış gelen ve bilgilenmek isteyen bu âmâyı ihmal ediyorsun, ancak senin yanında oturmuş, anlamamaya çalışan adama ise ilgini sürdürüyorsun. Biri iman etmiş bir gönüllü! Öteki ise ilgisiz kalan veya seni zorlayan bir anlamaz. Sen kendini neden ötekiyle yoruyorsun? Sana hazır gelen dostu ihmal ediyorsun da uzaktakini kazanmaya çabalıyorsun?”

Bu Ayette dikkat çeken önemli bir husus da, Hz Peygamber Efendimiz (s.a.v)’mi uyaran muhatap zamiri (ikinci şahıs) yerine gaip zamiri (üçüncü şahıs) kullanılarak hayli nazik bir ifade seçilmiş olmasıdır. Peygamber uyarılıyor ancak yaralanmıyor. Çünkü ayetin devamında “Sen nereden bilirsin, belki de…” denilerek Peygamber Efendimiz rahatlatılıyor.

Olay ilktir ve Peygamber Efendimiz (s.a.v) sorumlu değildir. Eğer ondan sonra olay tekrar etseydi, sorumluluk oluşurdu. Zaten biz onu böyle bir eksiklikten tenzih ederiz!

Bu olaydan sonra Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v), Abdullah Ümmi bin Mektum’u her gördüğünde cüppesini yere serip ona yer açar ve “Merhaba, hoş geldin. Ey kendisi sebebiyle Rabbimin beni uyarıp azarladığı zat! Herhangi bir ihtiyacın var mı?” diyerek halini hatrını sorardı.

Daha sonraları bu zatı iki sefer Medine’de ardında vekil olarak bırakmıştır. İbni Ümmi Mektum Hz. Peygamber Efendimize müezzinlik yapardı.

Bu hadise, vahyin Peygamberimizin eseri olmadığının, Kuran’dan tek bir harfin gizlenmediğinin en açık belgelerinden biridir. Özürlülerin hakkının korunması, sözlerinin en üst düzeyde dinlenmesinin gerekliliğini anlatabilmek için bu hadiseden daha çarpıcı ne olabilir ki?

By admin